5 yıl İstanbul'da yaşadıktan sonra şehirden kaçıp Arhavi'deki köyüne temelli yerleşen Özhan Tektabak, üniversite okumak yerine genç yaşında hayvancılık yapmaya başladı. İşte köyde yaşamın nefes alabilmek olduğunu söyleyen ve kış boyu yaylaya yeniden çıkabilmenin hayalini kuran Özhan'ın yaşadıkları.
Özhan Tektabak (28) Kaçkar Dağları eteklerindeki Arhavi'nin Yolgeçen Köyü'nde inek, kedi, köpek ve tavuklarıyla beraber yaşıyor. Yılın 4,5 ayı bulut denizlerinin üzerindeki yaylada, geri kalan zamanlarda da hayvanlarıyla beraber köyde hayatını sürdüren Tektabak için hayvanları da çok değerli.
Annesinin tedavisi için İstanbul’a taşınarak liseyi burada okuyan Özhan, şehirde kaldığı her an köyüne dönmenin hayalini kurdu. Ailesi isteği üzerine üniversiteye hazırlanıp resim bölümüne girmek için sınavlara giren Özhan, yetenek sınavını geçtiği gün ailesiyle konuşmaya karar verdi. Ailesine köye dönerek hayvancılık yapmak istediğini söyledi ama onay alamadı. Ailesi oğullarının okumasını çok istiyordu. Ancak o, köyüne dönmeye kararlıydı ve okul hayatını orada bırakarak köye dönüş için adımlar atmaya başladı.
'KÖYDEN BİR GÜN BİLE ÇIKMAYI DÜŞÜNMÜYORUM'
"5 yıllık İstanbul macerasından sonra köyüme dönmek yeniden nefes almak demekti. Köyde gerçek anlamda yaşadığımı anlıyorum" diyen Özhan, “Hâlâ elektrik olmayan yaylalarımız var ve bundan da gayet memnunum. Doğallığın en eski, en doğal haliyle aynı şekilde korunabilmesini buna bağlıyorum. Köyde yaşadığınız zaman birçok ürünü organik şekilde yetiştirip dalından yeme imkânımız oluyor. Kendi peynirini, kendi tereyağını yapabiliyorsun. Pencerenden baktığında sonbaharda yaprağın dalından düştüğünü, ormanın kartpostala dönüştüğünü görebiliyorsun. İlkbaharda ise kuşların dahi heyecanlı ve neşeli ötüşleri, ineklerin bahar geldiğini hissederek her sabah ahırdan çıkmak için attıkları nidalarını hissedebiliyorsun. Benim için köy hayattır. Köyden bir gün bile çıkmayı düşünmüyorum” diye konuştu.
Daha önce küçük bir ilçede yaşıyorken, İstanbul’a taşınmanın başlarda çok farklı geldiğini söyleyen Özhan, sözlerine şöyle devam etti:
"Gezecek çok yer var, farklı kültürler var ama şehir kargaşası, aynı apartmandaki insanların birbirinden dahi haberdar olmamaları, korna sesleri, egzoz dumanı, kalabalık ve gürültülü olması beni zorladı. Ancak beni en çok zorlayan şey nereye gözlerimi çevirsem beton dışında yapı, kaldırımda ekilmiş birkaç ağaç dışında yeşillik olmaması oldu. Gökyüzüne baktığında ise sadece yüksek binaların tepeleri var, derin bir nefes çektiğinde şehrin o yoğun farklı ağır kokusu beni çok bunaltıyordu. Beni şaşırtan şeylerden biri de bu kadar kalabalık toplumda herkesin birbirinden uzak olması."
'İNEKLERİMİ DOYURMADAN BEN KAHVALTI YAPMIYORUM'
Ailesine üniversite okumak istemediğini söyleyerek fikirlerini açıklayan Özhan Tektabak, yaşadıklarını, "Mezun olmamı ve mezuniyetten sonra dilediğim şeyleri yapmamı söylediler. Mezun olup köye dönmek ve yıllarını verip çabalayıp çok farklı bir hayat için tekrar çabalamak bana anlamlı gelmiyordu. Kesinlikle eğitim çok önemli. O dönemde herkes bir diploma telaşındaydı. Çevremdeki çoğu kişi sanki iyi diploma mutlu bir hayat sunacakmış gibi düşünüyordu. Aileme durumu açıkladıktan sonra uzun uzun konuşup anlattım. Üniversiteyi kazanıp kesinlikle gitmeyeceğim dediğim o dönemde işe girip çalıştım. Köye dönüp inek almak istiyordum, ailem de artık kararlarıma saygı duyarak onaylıyordu. Böylelikle de köyüme döndüm" sözleriyle anlattı.
Sıradan bir gününün sabahları erken kalkıp kahvaltıdan önce ineklerinin yanına gitmekle başladığını söyleyen Özhan, “Onları yedirmeden ben kahvaltı yapamıyorum. Sağımdan önce ahırı temizliyorum, ineklere küspelerini verip sağıyorum. Daha sonra eve çıkıp kahvaltı yapıyorum. Sütü makinaya çekip kaymağını ayırıyorum. Daha sonrasında tavuklara ve köpeklere yemeklerini verdikten sonra inekleri çözüp otlatmaya meraya götürüyorum” deyip ekledi:
"Akşam 6 gibi eve dönüyorum. İneklerimi ahıra kapatıyor, süt sağımı yapıyorum. Akşam yemeğinden sonra tereyağı ve peyniri yapıp günü bitiyorum. Baharın gelişiyle işler değişiyor. 23 Nisan'da bahçe bellemeye başlıyorum. Yaylaya göç etmeden önce yayla sezonu boyunca tüketeceğim birkaç sebze ekimi için yaylaya çıkıp oradaki küçük bahçeyi ve evi hazırlıyoruz. Yayla göçü için inekleri süslediğim püsküller ve yöresel kıyafetlerin eksiğini kış aylarında hazırlıyoruz. Mayıs ayının 20’sinden sonra yayla göçü başlıyor. Yaylada ineklerim dilediği çeşit otlardan yiyor, ben de onların sütlerinden peynir ve tereyağı yapıyorum. Geçimimi böyle sağlıyorum. Sezon sonu da hüzünlü bir şekilde yayladan ayrılıyorum."
'KÖY HAYATINI SEVMEYEN BURADA YAŞAYAMAZ'
Özhan’ın gelecek planlarında da hayvancılığa devam etmek var. Aynı zamanda insanlara bu konuda örnek olmak istediğini de vurguluyor. Özhan, “İneklerimin kalitesini yükseltmek istiyorum. Belli bir sayıyı geçmeyi düşünmüyorum. Kaliteli inekler yetiştirip damızlık sığırlarımın tüm Türkiye hatta yurt dışına kadar uzanabilmesini planlıyorum. Kültür ırklarını yetiştirmek, onların et ve süt verimlerini artırabilmek, aynı zamanda doğal üretimden de kopmadan üretim yapmak istiyorum. Bölgemizde hayvancılığın geri kazandırılması için bilinçli hayvancılık yapılmasını planlıyorum” şeklinde konuştu.
Köyde yaşamanın zorluklarını da anlatan Özhan Tektabak, “Öncelikle sevmek gerekiyor. Sevmeyen bir insan köyde yaşayamaz çünkü köy hayatı zordur. Yaz, kış, soğuk, sıcak her koşulda çalışmak gerekiyor. İş gücü sürekli gerekli ve her mevsimde yapacak iş mutlaka bulunuyor. Ancak köyü seven birinin en başta doğaya âşık olması, köy hayatını benimseyerek toprağa saygı duyması, toprağa nasıl bakması gerektiğini bilmesi gerekiyor. İstek, heves ve en önemlisi sevgi gerek. Köy hayatını sevmeyen bir kişi asla köyde uzun süre duramaz. Köy hayatını seven kişi de benim gibi şehirde duramaz" yorumunu yaptı.
'YAYLA GÖÇÜ 2 GÜN SÜRÜYOR'
Yaylaya çıkışların eskisi kadar şenlikli olmadığının da altını çizen Özhan Öztabak, “Maalesef köyde pek genç nüfus kalmadı. Hayvancılık yapan insanlar azaldı. Eskiden daha fazla şenlikler olur, kalabalık göçler yaşanırdı. Dinlenmek için mola verilen yerlerde horonlar oynanır, türküler söylenirdi. Şu an ise birkaç aile bizim gibi yaylaya göç ettiği için bazen sadece göç esnasında. denk gelebiliyoruz. Kimi yürüyerek, hevesle inekleriyle gidiyor kimi de kamyonlara yükleyip hayvanları çıkartıyor. Ben yayla göçünü çok seviyorum. Göç bana başka bir heyecan, tat veriyor” deyip göçle ilgili şu bilgileri de paylaştı:
"Yaylam, köyümden 41 kilometre uzaklıkta olduğu için göç etmek için bir gece konaklamam gerekiyor. Yani benim göç etmem iki gün sürüyor. Göç edeceğim gün gece saat 02.00'de kalkıp hayvanları yemleyip sağıyoruz. Sularını verip, biz de giyinip kuşanıp saat 03.00 gibi yola çıkıyoruz. 9 köy geçtikten sonra en üst köyde konaklıyoruz. Orada dilersek 10-15 gün kadar kalıyor veya ertesi gün direkt yaylaya göç ediyoruz. Yaylaya vardığımda hissettiklerimi tarif edemem, yaşamak gerek."
Kaynak: Milliyet Gazetesi
Annesinin tedavisi için İstanbul’a taşınarak liseyi burada okuyan Özhan, şehirde kaldığı her an köyüne dönmenin hayalini kurdu. Ailesi isteği üzerine üniversiteye hazırlanıp resim bölümüne girmek için sınavlara giren Özhan, yetenek sınavını geçtiği gün ailesiyle konuşmaya karar verdi. Ailesine köye dönerek hayvancılık yapmak istediğini söyledi ama onay alamadı. Ailesi oğullarının okumasını çok istiyordu. Ancak o, köyüne dönmeye kararlıydı ve okul hayatını orada bırakarak köye dönüş için adımlar atmaya başladı.
'KÖYDEN BİR GÜN BİLE ÇIKMAYI DÜŞÜNMÜYORUM'
"5 yıllık İstanbul macerasından sonra köyüme dönmek yeniden nefes almak demekti. Köyde gerçek anlamda yaşadığımı anlıyorum" diyen Özhan, “Hâlâ elektrik olmayan yaylalarımız var ve bundan da gayet memnunum. Doğallığın en eski, en doğal haliyle aynı şekilde korunabilmesini buna bağlıyorum. Köyde yaşadığınız zaman birçok ürünü organik şekilde yetiştirip dalından yeme imkânımız oluyor. Kendi peynirini, kendi tereyağını yapabiliyorsun. Pencerenden baktığında sonbaharda yaprağın dalından düştüğünü, ormanın kartpostala dönüştüğünü görebiliyorsun. İlkbaharda ise kuşların dahi heyecanlı ve neşeli ötüşleri, ineklerin bahar geldiğini hissederek her sabah ahırdan çıkmak için attıkları nidalarını hissedebiliyorsun. Benim için köy hayattır. Köyden bir gün bile çıkmayı düşünmüyorum” diye konuştu.
Daha önce küçük bir ilçede yaşıyorken, İstanbul’a taşınmanın başlarda çok farklı geldiğini söyleyen Özhan, sözlerine şöyle devam etti:
"Gezecek çok yer var, farklı kültürler var ama şehir kargaşası, aynı apartmandaki insanların birbirinden dahi haberdar olmamaları, korna sesleri, egzoz dumanı, kalabalık ve gürültülü olması beni zorladı. Ancak beni en çok zorlayan şey nereye gözlerimi çevirsem beton dışında yapı, kaldırımda ekilmiş birkaç ağaç dışında yeşillik olmaması oldu. Gökyüzüne baktığında ise sadece yüksek binaların tepeleri var, derin bir nefes çektiğinde şehrin o yoğun farklı ağır kokusu beni çok bunaltıyordu. Beni şaşırtan şeylerden biri de bu kadar kalabalık toplumda herkesin birbirinden uzak olması."
'İNEKLERİMİ DOYURMADAN BEN KAHVALTI YAPMIYORUM'
Ailesine üniversite okumak istemediğini söyleyerek fikirlerini açıklayan Özhan Tektabak, yaşadıklarını, "Mezun olmamı ve mezuniyetten sonra dilediğim şeyleri yapmamı söylediler. Mezun olup köye dönmek ve yıllarını verip çabalayıp çok farklı bir hayat için tekrar çabalamak bana anlamlı gelmiyordu. Kesinlikle eğitim çok önemli. O dönemde herkes bir diploma telaşındaydı. Çevremdeki çoğu kişi sanki iyi diploma mutlu bir hayat sunacakmış gibi düşünüyordu. Aileme durumu açıkladıktan sonra uzun uzun konuşup anlattım. Üniversiteyi kazanıp kesinlikle gitmeyeceğim dediğim o dönemde işe girip çalıştım. Köye dönüp inek almak istiyordum, ailem de artık kararlarıma saygı duyarak onaylıyordu. Böylelikle de köyüme döndüm" sözleriyle anlattı.
Sıradan bir gününün sabahları erken kalkıp kahvaltıdan önce ineklerinin yanına gitmekle başladığını söyleyen Özhan, “Onları yedirmeden ben kahvaltı yapamıyorum. Sağımdan önce ahırı temizliyorum, ineklere küspelerini verip sağıyorum. Daha sonra eve çıkıp kahvaltı yapıyorum. Sütü makinaya çekip kaymağını ayırıyorum. Daha sonrasında tavuklara ve köpeklere yemeklerini verdikten sonra inekleri çözüp otlatmaya meraya götürüyorum” deyip ekledi:
"Akşam 6 gibi eve dönüyorum. İneklerimi ahıra kapatıyor, süt sağımı yapıyorum. Akşam yemeğinden sonra tereyağı ve peyniri yapıp günü bitiyorum. Baharın gelişiyle işler değişiyor. 23 Nisan'da bahçe bellemeye başlıyorum. Yaylaya göç etmeden önce yayla sezonu boyunca tüketeceğim birkaç sebze ekimi için yaylaya çıkıp oradaki küçük bahçeyi ve evi hazırlıyoruz. Yayla göçü için inekleri süslediğim püsküller ve yöresel kıyafetlerin eksiğini kış aylarında hazırlıyoruz. Mayıs ayının 20’sinden sonra yayla göçü başlıyor. Yaylada ineklerim dilediği çeşit otlardan yiyor, ben de onların sütlerinden peynir ve tereyağı yapıyorum. Geçimimi böyle sağlıyorum. Sezon sonu da hüzünlü bir şekilde yayladan ayrılıyorum."
'KÖY HAYATINI SEVMEYEN BURADA YAŞAYAMAZ'
Özhan’ın gelecek planlarında da hayvancılığa devam etmek var. Aynı zamanda insanlara bu konuda örnek olmak istediğini de vurguluyor. Özhan, “İneklerimin kalitesini yükseltmek istiyorum. Belli bir sayıyı geçmeyi düşünmüyorum. Kaliteli inekler yetiştirip damızlık sığırlarımın tüm Türkiye hatta yurt dışına kadar uzanabilmesini planlıyorum. Kültür ırklarını yetiştirmek, onların et ve süt verimlerini artırabilmek, aynı zamanda doğal üretimden de kopmadan üretim yapmak istiyorum. Bölgemizde hayvancılığın geri kazandırılması için bilinçli hayvancılık yapılmasını planlıyorum” şeklinde konuştu.
Köyde yaşamanın zorluklarını da anlatan Özhan Tektabak, “Öncelikle sevmek gerekiyor. Sevmeyen bir insan köyde yaşayamaz çünkü köy hayatı zordur. Yaz, kış, soğuk, sıcak her koşulda çalışmak gerekiyor. İş gücü sürekli gerekli ve her mevsimde yapacak iş mutlaka bulunuyor. Ancak köyü seven birinin en başta doğaya âşık olması, köy hayatını benimseyerek toprağa saygı duyması, toprağa nasıl bakması gerektiğini bilmesi gerekiyor. İstek, heves ve en önemlisi sevgi gerek. Köy hayatını sevmeyen bir kişi asla köyde uzun süre duramaz. Köy hayatını seven kişi de benim gibi şehirde duramaz" yorumunu yaptı.
'YAYLA GÖÇÜ 2 GÜN SÜRÜYOR'
Yaylaya çıkışların eskisi kadar şenlikli olmadığının da altını çizen Özhan Öztabak, “Maalesef köyde pek genç nüfus kalmadı. Hayvancılık yapan insanlar azaldı. Eskiden daha fazla şenlikler olur, kalabalık göçler yaşanırdı. Dinlenmek için mola verilen yerlerde horonlar oynanır, türküler söylenirdi. Şu an ise birkaç aile bizim gibi yaylaya göç ettiği için bazen sadece göç esnasında. denk gelebiliyoruz. Kimi yürüyerek, hevesle inekleriyle gidiyor kimi de kamyonlara yükleyip hayvanları çıkartıyor. Ben yayla göçünü çok seviyorum. Göç bana başka bir heyecan, tat veriyor” deyip göçle ilgili şu bilgileri de paylaştı:
"Yaylam, köyümden 41 kilometre uzaklıkta olduğu için göç etmek için bir gece konaklamam gerekiyor. Yani benim göç etmem iki gün sürüyor. Göç edeceğim gün gece saat 02.00'de kalkıp hayvanları yemleyip sağıyoruz. Sularını verip, biz de giyinip kuşanıp saat 03.00 gibi yola çıkıyoruz. 9 köy geçtikten sonra en üst köyde konaklıyoruz. Orada dilersek 10-15 gün kadar kalıyor veya ertesi gün direkt yaylaya göç ediyoruz. Yaylaya vardığımda hissettiklerimi tarif edemem, yaşamak gerek."
Kaynak: Milliyet Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder